23 Ekim 2012 Salı

Fethiye Ovacık Ölüdeniz

Güneşli günleri arkamızda bıraktık malesef artık soğuk ve yağmurlu, yataktan sabahları çıkmak istemeyeceğimiz havalara büründük.
Geçen hafta son güneşi yakaladığımız gibi cuma iş çıkışı sonrası sırt çantalarımıza bir kaç bişey doldurup Cumartesi sabahın ilk ışıkları ile kendimizi havaalanında bulduk :)
Rotamız haftasonunu geçirmek için, Fethiye Ovacık!
THY'ından 6:40 uçağına atladığmıız gibi uyku mahmurluğumuz ile fethiye ilçe merkezine gittik. 


Oscar araba ve motor kiralama şirketinde önceden yaptığımız telefon konuşmamız ile motorumuz bizi bekliyordu. Motorumuza atladığımız gibi kendimizi, sezonunu kapatacak olan SUNSHINE OTEL'in sahibi arkadaşımız İhsan Bey'in yanında bulduk. Sunshine Otel'in diğer otellerden farkı Ovacık'ta tam da Babadağ'ın eteklerinde yer alması. Öyleki havuz kenarında güneşlenirken ya da odanızda balkonunuzdan etrafı seyrederken çam kokularının yayıldığı, oksijenin ise damarlarınızda akışını hissettiğiniz ayrıcalıklı bir yer. 


İlk günün yol yorgunluğunu atmak ve pırıl pırıl güneşin tadını çıkarmak için kendimizi eşsiz turkuvazın maviliklerine Ölüdeniz'in kucağına attık. Sahil sezondan dolayı kalabalık olmamasına rağmen turistlerin varlığı bizi sevindirdi. Havanın sıcak ancak nemin az olması artı olarak; mevsimsel sıcaklığın bizi yazın gibi yakıp kavurmaması çakıl taşlarının üzerinde 4 saat kadar uykuya dalmamıza sebep olmuş ve hiç de rahatsız olmadan temiz bir uyku almamızı sağladı.




 Denizin soğuk olacağını düşünerek ayağımızı soktuğumuzda yazdan daha sıcak bir su ile karşılaştık. Öyleki yazın denize girene kadar bir alışma evresinden geçerken, kendimizi suyun içinde bulduk. Okadar sıcaktıki! Meyerse havanın denizin en güzel zamanında iş hayatımıza dönüyor haldır haldır çalışıyormuşuz. 




Ölüdeniz'in mavisi temizliği, güneşin deniz üzerindeki ışık oynaşmasını gördükçe kendinizi farklı bir boyutta ve özel hissediyorsunuz. Birazda güneşlenelim dedik, yattık çakıl taşların üzerine, güneşin bizi sıkmayan sıcaklığına sere serpe uzandık. Ve öyle güzel tenimizin rengi değiştiki, İstanbul'a döndüğümüzde kısa bir tatil ardından bronzlaşmış cildimiz pek bir hoşumuza gitti :)


Temiz hava, bol yüzmeden sonra acıkan karnımızdan gelen guruldamalarla ne zamandır eşimin beni götürmek istediği Cin Bal'e doğru yola çıktık. Cin Bal çok sevdiğim Kayaköy'de bir kabapçı. Daha önce Kaya Köy'ü size anlatmıştık. Bu sefer rotamız orayı  gezmek değil, Kaya Köy tabelasından sonra sıra gelen kokularıyla sizi kendine çeken Cin Bal olacak. Hani ne yenir ne içilir diye sorarsanız Kaya Köy'e gittiğinizde size tek adres Cin Bal'i gösteririz. 
Lüks bir yer değil, bahçesinde yeşillikleri masa sandalyeleriyle kendinizi sıcacık samimi bir ortamda hissedeceğiniz bir yer burası. Çocuklarınız için oyun parkından, namaz kılanlarınız için mescit, içki içenleriniz için rakı, şarap gibi seçenekler sunan, kendi yetiştirdikleri hayvanları taze masanıza getiren, zaten eşimden de öğrendiğime göre sahibinin aslında Kaya  Köy'de kasapçılık yaptığı sonrasında bu şekilde masa sandalye fazlalaştırarak bu hale dönüştürdüğü, anladığınız üzere lezzetiyle ve ortamıyla beni fazlasıyla etkileyen bir yer...



2 akşam üstüste gittiğimiz Cin Bal'de siparişlerimizi şu sırayla verdik. Kuzu tandır, ortaya patlıcan, yoğurtlu semiz otu mezesi, salata ve mangal :) Kuzu tandırı okadar lezzetli ki acaba bir tane daha yesemmi diye düşünüyor diğerlerinin tadına bakmayım diyorsanız yanılıyorsunuz. Havadan mıdır nedir Kuzu Tandırı yedikten sonra bile daha çok acıkıyorsunuz. Kuzu tandır ise şu şekilde geliyor;


kuzu tandır

Mangal olarak ise size pirzola, köfte ve biftek sunuyorlar, tabi yanında domatesi, biberi var. Kendiniz pişirip kendiniz yiyorsunuz. Pişirme görevini eşime veriyor ve ben de kedi gibi bir gözüm mangalda bekliyorum pişmesini. 




 



Metropol hayatın verdiği yorgunluğu normalde içmediğim halde bir kadeh bişeyler içerek, oksijenin yoğunluğuyla çakır keyif oldum :)


Keyifli bir sohbet ile ortamımız iyice ısındı. Bu mevsimin hafif dağlardan gelen esintisiyle ısırdığı, sıcaklığı ile mangalımız hemen devreye girdi.
Bir diğer gün ise Sunshine'den ayrılıp motora binerek bir keşfe çıkalım dedik ve bizi Babadağ etkisi altına aldı. Öyle güzel bir arşiv yaptıkki Babadağ'ını ayrı bir şekilde anlatmaya karar verdik. Bu nedenle, son akşamımızda Ölüdeniz'de güneşin batışını izleyerek gecenin karanlığında acıkmış karınlarımızın izini Cin Bal'de bulduk.


Ölüdeniz'de güneşin batışı... 

22 Ekim 2012 Pazartesi

Karaburun

Karavanımızla haftasonu kaçamağı için Karaburun'u seçtik.
Karaburun Karadenize kıyısı ve sakinliği ile kafanızı dinleyeceğiniz, 3km'lik plajında yürüyüp, lezzetli balık yiyeceğiniz en önemlisi metropolden kaçıp İstanbul'dan uzaklaşacağınız bir yer.

saat 17:30 sıralarında ulaştığımız Karaburun
Konum itibari ile İstanbul'dan 25 km uzakta, Arnavutköy ilçesi sınırları içerisinde olan balıkçı köyü. Yol boyunca rüzgar gülleri, sazlıklı Durusu Gölü, sıra sıra çiftlikler, manda yoğurdu yazan tabelalar size eşlik ediyor.

Köye ulaştığınızda sizi engin bir deniz ve up uzun bir sahil karşılıyor. Halkının geçim kaynağı balıkçılık. Bu nedenle gemi barınağının olduğu, gecesi gündüzü bu anlamda devamlı hareketli olan bu yerde bizde dalgakıran'a misafir olduk,  karavanımızı park ettik. Park ettiğimiz sırada bizi çok güldüren bir motorla karşılaştık. Yaşlı bir balıkçıya ait olan bu moturun arkasında " Dedeyi Sıkıştırma" yazıyor :))



Karavanımızın hemen önündeki Deniz Feneri
Akşam yemeğimizi palamutta mevsimiyken, sahilin en lüksü olarak tabir edilen Hanımeli Restaurant'ında yemeğimizi yedik. Restaurant sahil kenarında, nezih bir ortam. Sabah kahvaltısıda veren bu yerde özellikle ahtaput salatası, ıspanak yatağında palamut yemenizi tavsiye ederiz. 



ahtopot salatası


Gece Karavanımızın penceresinden manzaramız 


Karavanımızın arkasından motorumuzu çıkarıp keşfe koyulduk. Bu mevsimde ziyaretçilerinin de az olması dolayısı ile başka açık hiç bir yer bulamayan biz, bir kaç tane pansiyon ve 1-2 tane cafe gördük. Sabah kahvaltımızı ise açık bulduğumuz cafede melemen ve çayımızı içerek yaptık. Tekrar keşfe çıktığımızda upuzun sahilini turlayıp, köy içine doğru gittik. Bizi deniz fenerinin karşıladığı bu yere büyülenmemek imkansız.




Rumeli Karaburun Tahlisiye İstasyonu
Çatalca Orman işletmesi ve ormanlarla çevrili bu alanda gözetleme kulesi itfaiye ile karşılaştık.



Gece boyunca gemi barınağı palamutunda bol olması nedeniyle sabaha kadar çok hareketliydi. Bisde geceden kasa palamutun ne kadar olduğunun nabzını ölçtük. Sabahın ilk ışıklarıyla balıkçı gemisinin sahile yanaşması ve canlı palamutları kasaya dizmesiyle bizde almak için sıraya girdik. Şu günlerde 1 adet palamutu 4-5 tl'ye alırken 1 kasa palamutu 25 Tl'den satıyorlardı. Biz de 2 kasa palamut kaptık :))

1 kasa palamut 25 TL :)
 




Kurban Bayramı'nın yaklaşmasıyla, sahilide boş bilen çoban tüm kurbanlıklarını sahilde otlatıyor. Bizede bu eşsiz manzarayla birlikte Karga ve Koyun'un dostluğunu, sokak köpeğinin denize girişini gördüğümüz ilginç görüntüler sundu :)






19 Ekim 2012 Cuma

Galata Kulesi

Kaç yıldır İstanbul'da yaşıyorsunuz? Yaşadığınız süre içerisinde Galata Kulesi'ne çıkmışlığınız var mı?
Eğer içinizden "gerçekten hiç çıkmadım!" diyorsanız siz de bendensiziniz.
Taaa kaç km uzaklıktan gelen trustlerin Galata Kulesi'ni gezmek için geldiğine izleyici kalmadık ve 4 kuşaktır Gümüşsuyu doğumlu olup Beyoğlu'nun eskilerinden olan Babam ile kafa kafaya verip İstiklal caddesi'nde kendimizi bulduk. Annem ve yiğenim Pelin'in de bize eşliği ile güneşli güzel bir havada keyifli yürüyüşümüze başladık.
Galata Kulesine giriş fiyatı :kişi başı 6 TL , turistler için ise 15TL (Müze kartı ve öğrenci indiriminden faydalanamıyorsunuz)



Galata Kulesi dünyanın en eskilerinden olup, Bizanslılar tarafından 507 yılında ahşaptan Fener Kulesi olarak inşa edilmiş ve 1453 yılında Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'un fethiyle Osmanlı yönetimine geçmiş... Tarihteki ilk uçuş 17. yy'da Hazarfen Ahmet Çelebi'nin kollarına taktığı tahta kanatlarla gerçekleştirmiş ve Üsküdar'a kadar uçmayı başarmıştır. 


Yakın tarihte yangında geçiren kule 2. Mahmut tarafından yeniden onarılıp işaret kulesi olarak kullanılmış ve bugünlere kadar ulaşmıştır.


Galata Kulesi'nin gölgesi düşünce binaların üzerine, görkemi ve etkileşimi yayılıyor heryere...


Panoromik İstanbul manzarasını izleyebileceğiniz bu kule, cafe ve restoranıyla arkadaşlarınızla da hoşça zaman geçireceğiniz bir yer. 360 derece istanbul ayaklarınızın altında. Öyle güzelki sanki haritadan bakar gibi her yeri görebiliyorsunuz.





Restoran kısmına gectiğinizde görkemli bir avize ve mütevazı sandalye-masa, bir pist karşılıyor sizi. 
Fiyatlar gayet normal.