31 Aralık 2012 Pazartesi

Mutlu yıllar!

Yeni yıl tüm hayatınıza mucizeler getirsin! 
Kalbinize aşk, içinize huzur, evinize bereket, işinize başarı, bedeninize sağlık, cebinize bolca para... Yeni yeni şehirler ülkeler görmenizi sağlasın. 
Mutlu yıllar!

4 Aralık 2012 Salı

Boğaz Turu Sarıyer-Anadolu Kavağı-Eminönü

Koş koş koooooşşşş!!!
Haftasonlarımızın heyecan yaratan kelimesi bu :) Upuzun bir uykudan sonra keyif kahvaltısı sırasında ( bu sırada saat 12'e gelmektedir) boğazın dar geçişinden Sarıyer'e doğru vapur gözükür. Eğer şansımız varsa gelene kadar hazırlanıp tabana kuvvet koşmaya başlarız. Yetişebilirsek ne mutlu.. Sadece yolucusunu indirip yoluna koyulur bu vapur, beklemez kimseyi.

Yine aynı heyecanla bu sefer kahvaltıyla zaman kaybetmeyerek elimizde dürbün gözümüzün sınırlarına doğru girmesini bekledik vapurun. Gördüğümüzde aynı tını kulaklarımızda yankılandı... Koooooşşşşşşşşşşşşşş!!! :)))

evimizin penceresinden

Evden çıkışımızla iskeleye gidene kadar olan süreçteki hızlı adımlar; yolcuların indiğini görerek soluk soluğa koşuşa geçiş yaptı. Çoktan halatlarını alan vapur motorlarını harekete geçirmişti bile. Bir hışımla atlayan ben, sonrasında bir bacak boyu açıldığı sırada atlayan eşim ile sağ sağlim yetişebildik vapura...
Eminönü'nden kalkan boğaz turu vapuru bir çok turisti misafir etmiş kendine. Japondan fransıza, ingilizden almana birçok ülkeden misafir var bu vapurda. Ellerinde fotoğraf makinesi bizim fırsatını bulup da İstanbulumuzun bu eşsiz güzelliklerini göremediğimiz yerleri an ve an fotoğraflıyorlar.
Sarıyer'den sonra Rumeli Kavağı iskelesine uğrayan vapur, İstanbul boğazındaki son durağı konumundaki Anadolu Kavağı'na doğru süzülüyor.
Anadolu Kavağ'nın en önemli simgesi olan 12. yüzyıl Ceneviz mimarisinin eseri Yoros Kalesi bizi karşılıyor.


İskeleye vardığınızda yanyana sıralanmış balıkçı restaurantları tüm misafirperverliği ile sizi buyur ediyorlar. Biz kalenin etkisinde patika yokuştan yukarı çıkmaya başlıyoruz. Burası sevimli bir balıkçı kasabası aslında. Kaçıncı gelişimiz bilinmez ama her defasında ahşap evleri ile henüz el değilmemiş bu yeri çok seviyorum. 



Gelmediğimiz süre içerisinde kaleye doğru çıkalacak ana yolun bir bölümünü yayalar için açmışlar. Yayalara ayrılan yoldan turistlerle birlikte kafile halinde çıkıyoruz. 



Karnımız zil çalmaya başladı bile!
Mis gibi havada güzel bir kahvaltı için hemen kalenin dibindeki ahşap masaları, ahşap çitleri olan muhteşem manzaraya karşı oturuyoruz.


Bize kötü kötü bakan; bana The Godfather filmini hatırlatan bu kediyi çekerken bile ürküyorum :)) 


Yoros Cafe&restauranttan geçerek kaleye ulaşıyoruz. Bu arada bir Osmanlı belgesel çekimine de rastlıyor ve biraz çekimin duraklamasını bekledikten sonra 
Karadeniz'e açılan kapıya doğru manzarayı seyrediyoruz.


Dönüş yolumuzda 15:00'teki boğaz turu vapurunu yakalıyor kişi başı 15Tl'ye Eminönü'ne kadar boğazı seyir etme fırsatını yakalıyoruz. 
Bu arada balıkçı teknelerinin ağlarını toplarken yakından görme fırsatını yakalarken kendi evimizide görüyor fotoğraflıyoruz :))



Eminönüne yaklaştıkça 1,5 saatlik süren bu yolculuğumuzda güneşte batmaya başlıyor. Fotoğraf çekmeyi sevenlerin bu manzaraları yakalaması için muhteşem bir fırsat.


Galata Köprüsü'nün yanından geçip Eminönü'ne gelince akşam yemeğimiz için Eminönü balıkçılarını gözümüze kestiriyoruz. Mehmet Efendi'den kuru kahvemizide aldık mı görevimiz tamamlanıyor...




Aldığımız enerji ile dönüş yolunda, Galata Köprüsü'nün altından geçip nostaljik tranvay ile İstiklal Caddesine çıkıyor, tüm caddeyi gezerek metroya gidiyoruz, Sarıyer'e evimize vardığımızda 8 saattir durmadan gezmemizin tatlı yorgunluğu ile Eminönü'nden aldığımız kahvemiz ile 
bol köpüklü Türk Kahvemizi yapıp yudumlayıp yayılıyoruz tv karşısına.
Deymeyin keyfimize... :)

22 Kasım 2012 Perşembe

İztuzu Fethiye

Sabaha yağmurla uyandık. Nerdeyse Aralık ayına giriyoruz, yaz modundan kurtulmak için havanın bozması mevsimi anlamıyla yaşamamız için ideal ;)

Güneyde hava ılık.. Üzerinize bir hırka ya da zaman zaman yağmurluk almanız yeterli oluyor.

İztuzu plajı için Dalya'nın merkezinden geçiyor ve yola koyuluyoruz. Eşimin anlattıklarına bakılacak olursa uzun bir sahil yürüyüşümüz olacak el ele :)

Yolumuza kaplumbağa çıkıyor. Aslında onların yaşadığı doğal hayatın içindeyiz. Hemen durup biraz izledikten sonra (belliki karşıdan karşıya geçmesi uzun sürecek :) ) alıp kenara koyuyoruz.


Dalyanın merkezinde caretta carettaların cenneti olduğunu belirten heykeli görüyoruz.
Caretta carettaların güvenip yavrularını emanet ettikleri bir plaj olması da ayrı heyecanlandırıyor beni.


Bir tarafı tatlı su diğer tarafı Akdeniz olan bu kumsalın uzunluğu 5400 metre. Deniz kaplumbağalarının yumurtalarını bıraktığı sahilde güneşlenme alanınız denizden biraz daha geride. Tahta kütüklerle işaretli. Hatta yumurtalarına zarar verilmemesi için evcil hayvanların girişi yasak.

Sağlı sollu nar ağaçlarının eşliğinde İztuzu'nun genel görünüşünü görüyoruz. Deniz ile kumsalın dansı, güneşin ışınları ile oluşan görüntü doğanın yaratıcılığının sınırsız olduğunun en güzel kanıtı.



Arabamızı park ettikten sonra deniz kaplumbağalarının üreme alanındasınız tabelası ile karşılaşıyoruz. 20:00 ile 08:00 arasında kaplumbağaların sahile çıktıkları düşünülürse kamsala giriş yasak.


Ve uzun sahilde yürümeye başlıyoruz. Kumsalda kumların arasında delikler görüyoruz. Yengeçler birinden çıkıp diğerine giriyor.



İşteee karşınızda deniz kaplumbağası!!!! :)))))
Deniz kaplumbağalarını göremeyeceğimi anlayan ben kendi caretta carettamı çiziyorum :) 


13 Kasım 2012 Salı

Akyaka

Fethiye'e varmadan, dağın eteklerine doğru tatlı kıvrımlarıyla seyir halinde inersiniz. O zamana kadar araba kullanmanın verdiği stres bir anda tatlı bir meltem esintisi gibi değişir , yorgunluğa dönüşür. Ufuk çizgisiyle ayrıştırmaya çalıştığınız deniz , gözyüzü ile bir bütün olur. İşte o anda tamamlanmıştır manzara!
Kenarda durup bu eşsiz manzarayı kaçırmak istemeyenler fotoğraf çektirirler. Bir de çay bahçesi vardır yol kenarında, olağan üstü güzelliğe karşı yorgunluk kahvesi ya da çayınızı yudumlarsınız. 


Yolun sonunda sizi küçük bir tabela gittiğiniz istikametten bir anda çeviriverir. Akyaka'ya doğru Azmak'ın delice akan soğuk suyuna kapılıverir, sürüklenirsiniz. 
Arabadan indiğinizde çam kokuları etrafınızı sarar, oksijen doluverir ciğerlerinize. Bir anda nerede olduğunuzu şaşırırsınız. Hava ne soğuk ne sıcaktır bu mevsimde. Sessizdir ortalık. Deniz ise bir göl gibi dümdüz karşılar sizi.




Şimdi bile anlatırken romantizimine kapılıyoruz Akyaka'nın. 
Harika bir deniz, eşsiz çam kokularıyla ormanı, bungalowları, karavanlar, çadırları ile muhakkak gidip görmeniz, kalmanız gereken bir yer. 




Orman alanına doğru ilerliyoruz. Teknesiyle demir atmış bir tekne manzarayla bütünleşiyor.



Yeşilin tonlarını tablodan fırlamış gibi gördüğümüz kasım ayında Atilla'da bu tonlarla bütünleşip kendini ağaç sanıyor :)



Doğa Korunma ve Milli Parklar Mesire Yeri'nde ise karavanınız var ise alan kiralayabiliyorsunuz. Çadır ve Bungalow evlerde de kalabiliyorsunuz. Önceden kiralamanız gerektiğini hatırlatalım, inanılmaz bir talep olduğunu öğreniyoruz. 2012 yılı ücret tarifesi ise şu şekilde;



Dönüş yolumuzda güneşin batışı azmak ile birlikte eşlik ediyor bize,


Güzel bir Türk kahvesi içmek için sevdiğimiz bir restauranta uğruyoruz. Hediyelik götürmek isterseniz eğer el yapımı zeytinyağlı sabun, zeytinyağı, kapari, zeytin  alabiliyorsunuz. Biz yengemize Kapari aldık.







40 yıllık hatıralar için sizi Akyaka'a bekliyoruz...

10 Kasım 2012 Cumartesi

9 Kasım 2012 Cuma

Şirince Köyü Selçuk İzmir

Şirin mi şirin bir köy burası, İzmir'in Selçuk ilçesi'nde gizlenmiş ap ayrı cennet...
Bu aralar haberlerde de adına sık rastladığınız bir yer...  Öyleki kıyamet bereketi yaşıyor resmen. Özellikle de 21 Aralığı seçen turistler şimdiden otellere rezervasyon yapıp doldurdular bile. Çünkü 21 Aralık Maya takvimine göre kıyametin kopacağı tarih ve etkilenmeyecek tek yer Şirince Köyü...
Tabii bunlar kulaktan kulağa yayılan bir batıl inanış. Ancak cennet gibi olan bu yerin hiç birşeyden etkilenmeyecek olacağını bilmek ve orda yaşamak ayrıcalık olsa gerek.



 (Aslında 5 yıl evvel Ablam,yiğenim, ablamın en yakın arkadaşı Tülay Abla ve kardeşi benim de ekurum Nilüfer ile birlikte gelip Efes, Meryemana ve Şirince'yi gezmiştik, ancak bu ikinci geliş Eşimle birlikte olunca keyfi ve hazzı bir farklı oluyor :) )
--
Tarihi


"Dağdaki Efes" adıyla anılan bu köy, köklü geçmişe sahip. Köyün adının geçmişinde Çirkince diye anıldığını biliyor muydunuz? Dağdaki köyün varlığını gizlemek için çirkince denip duruluyormuş o dönemde. Sonra adını Kırkınca olarak almış. Şirince, Helenistik dönemden kalma; Bizans döneminde değişime uğramaya başlamış. İncir üretimiyle ünlü bu Rum kasabası, bağcılık, şarap ve zeytinciliğe dayalı ekonomisiyle biraz sekteye uğrasa bile şuanda turistik önemine paralel Türkiye'de ün kazanmış meyve şarapları  içimi ve hediyelik götürmek için oldukça ideal.
--


İzmir'e vardığınızda Dünyanın en büyük açık hava müzesi olan Selçuk ilçesine doğru 
tabelaları takip ederken, dağın tepesinde tüm heybetiyle Selçuk Kalesi karşılıyor sizi.
selçuk tabelası
 Görünen sur duvarları Bizans, Aydınoğulları ve Osmanlı dönemine ait olduğunu öğreniyoruz. 
---
Şirince tabelasından saptığımızda dağın eteklerinden tepeye doğru yeşillikler içerisinde
yolculuğumuz başlıyor. Ve tüm şirinliği ile Şirince Köyü'ne hoşgeldiniz yazısı karşılıyor.
şirince köyüne welcome

Nüfus: 570
Aracınızı park ettikten sonra, tur otobüslerinden inen turist akınına siz de kendinizi kaptırıyor ve 
yine şirin mi şirin Şirince Köyü Expresi ile karşılaşıyorsunuz. Dilerseniz bu trene binip 
köyde tur atabiliyorsunuz. Ancak biz ayaklarımıza kuvvet diyerek etrafı kendimiz keşfe çıkıyoruz.


Tanzimat'tan Cumhuriyet'e eğitim tarihi müzesini görüyor ve ücretsiz gezebiliyorsunuz.

köy evi


Nutuk





Müzenin bahçesinde yer alan restaurant kısmında yemek yiyebiliyor, şarap tadımı yapabiliyorsunuz. Ancak yoldan gelip guruldayan karınlarımızdan gelen sesi bastırıp hemen gördüğümüz yere oturmayalım diyerek biraz daha sabrediyoruz :)


Patika yollardan tırmanmaya başlarken Şirince'nin evlerinin sıra sıra dizilmiş tablo gibi görüntüsü bizi büyüsü altına almayı başarıyor.



Tepelere doğru çıktıkça açlığımızı gidermek için kahvaltı yapacağımız bir yer arıyor, bahçesinde Rum-Türk kardeşliği anısına yaptırılmış çeşmesi ve bir okadar güzel açmış çeçekleri ile mis gözleme kokuları eşliğinde içeri girip tavana doğru baktıkça kırmızı süs biberlerin salınışını izliyor, köyün genelini göreceğimiz masaya oturuyoruz. 




 Sınırsız çay ve kahvaltılık istiyoruz. Masamız  reçeller, salçalar, menemen, gözlemeler, zeytinler, peynir çeşitleri ile bezeniyor... Köy ekmeği ise sıcacık kokular yayıyor. 



HEpsini yerim bitiririm düşüncesi bir zaman sonra karında şişliğe yol açsa da mutluluk yayılıyor vucudumuzdan :))) Yürüyüş bahanesiyle keşife devam ediyoruz.

Çocukların etrafına toplandığı, gördüğü ilgiden bir hayli memnun olan köpekle karşı karşıya geliyoruz. 
Tek dişi dışarda olan bu irice köpeğin gelen turistlerle fotoğraf çektirdiği 
profesyonel duruşundan belli oluyor :)



Hediyelik eşya bakmak için çarşıya giriyoruz. Türk Bayraklarıyla bezeli bu çarşıda şile bezinden yapılmış el işi kıyafetler, işlemeler, köylülerin ördüğü patikler, yelekler, magnetler en göze çarpanlardan. El yapımı oyuncak bebekler benim en sevdiğim oldu. Karadut şurubundan, meyve kokuları ile aromalı şaraplar ise en çok tercih edilenler oluyor. 






Dolaşmaktan çok yorulduk dediğimiz sırada imdadımıza burda çok yapılan damla sakızlı Türk kahvesi yetişiyorr ve köy kahvesi gibi sarmaşıkların altında oturuyor. Ateşte pişen kahvelerimizi yudumluyoruz.


Şirince Köyü'ndeki evlerin tamamı ahşap, bazıları bakımsız yanmış ya da yıkılma tehlikesi içerisinde ancak bazıları varki resterasyona uğramış bakımlı gövdeleriyle hayran bırakıyor.








Bir evin ise kapı, pencere kenarlarındaki süslemeleri dikkatimi çekiyor, okadar güzelki detay karelerimin içerisinde en beğendiklerimden.


Kiliseye doğru yol alıyoruz. St. John Baptist Ortodoks Kilisesi M.S. V. yüzyıla dayanıyor.
 1832 yılında restore edilerek ziyarete açılmıştır.

Arkamızda ortada kiliseyi görebilirsiniz :)
Meryemana'nın olduğu dilek çeşmesi ise ilginçti. Kuyu gibi bir delik olan yere dileğinizi tutup paranızı attığınızda kuyunun hareketinden dolayıdır ki paranız ya delikten aşağı düşüyor ya da çevresine... Böylelikle dileğinizin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğine dair tahminde bulunabiliyorsunuz.


Kiliseye girdiğimizde tavandaki işleme ve kirişlerdeki İsa figürleri her nekadar tahribatta edilmiş olsa bugüne kadar korunmuş...





Kilisenin demir parmaklı penceresinden görünen Şirince Köyü.
Patika yoldan köyün içine doğru ilerledikçe tam da narların ağaç dallarından yere sarkmış zamanına denk geldiğimizden taze nar suyu içiyoruz. Kahvede oturmuş yaşlı amcalara denk geldiğimde ise bu kareyi çekemeden duramıyorum. En hoşuma giden kare bu olsa gerek :)


Ve Şirince Köyü bizi uğurluyor...